1900’lerin başında, Amerikalı Anna Jarvis isimli bir kadın, annesinin anısını yaşatmak amacıyla Anneler Günü anmalarını başlattı.
Anna’nın annesi Ann, savaş, sağlık ve kıtlık gibi nedenlerle 13 çocuğundan yalnızca 4’ünü yaşatabilmişti. Yaşadığı bu trajedi, onu anne-çocuk sağlığı konusunda toplumsal çalışmalar yapmaya da yöneltmişti.
Yani bugün kutladığımız Anneler Günü’nün başlangıcı aslında emek, trajedi ve yasa dayanıyor. Ann adlı bir kadının yaşatamadığı çocuklarının yası, hiç çocuğu olmamış kızı Anna’ya miras kalmıştı.
Bugünse bu anlam, tüketim kültürünün ve "mükemmel annelik" mitinin gölgesinde kaybolmuş durumda.
İşin ilginç yanı, Anna Jarvis hayatının büyük bir bölümünü, kendi yarattığı bu günün ticarileşmesinden duyduğu mutsuzluk nedeniyle çiçek ve kart şirketlerine dava açarak geçirmişti.
Günümüzde de Anneler Günü, çiçek kampanyaları, mutfak robotu indirimleri ve altın kolye sepetleriyle hatırlanıyor. Ancak bu gün bu hali ile, kadınların annelik yolculuklarının çeşitliliğini, zorluklarını, seçimlerini ve kayıplarını anlatmaya çok uzak. "Anne olamadım", "anne olmayı seçmedim", "annemi kaybettim", "hiç annem olmadı" diyen kişilerin bu günün dışında kalışı, çoğu insan için bir duygusal bir yüke dönüşüyor, kutlamak da bir ahlaki ikilem gibi hissediliyor.
İçerde İnşaat Var!’ın bu bölümünde anneliğin yüklerini, emeğini, yasını, bu günün ağırlığını konuştuk.
Share this post