Yusuf Yerkellere ne oldu?
Depremin yıl dönümünde psikolog olarak yazacak şeyim yok. Ama şunu diyeceğim: Depremde oğluşlarımızı, Grand Kartal'da pembe kulaklı taçlı kız çocuklarını gömdük. Yusuf Yerkellere hiçbir şey olmadı.
Maraş Depreminin yıldönümü yaklaştıkça şu kadar gün kaldı, bu kadar gün kaldı diye içimden sayıyordum. Ama aklımda depremle ilgili bir şey yazıp çizmek yoktu. Sadece bu fotoğraf dönüyor.
2014’de Soma Maden Faciası’nda 301 arkadaşı ölmüşken protestoya katılan maden işçisi Erdal Kocabıyık’a tekme atan, dönemin Başbakanı Erdoğan'ın Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf Yerkel’in fotoğrafı.
13 Mayıs 2014’de gerçekleşen bu faciada akıl almaz ama duymaya, okumaya da artık çok alışkın olduğumuz onlarca ihmal ortaya çıktı, davalar yıllarca sürdü. Maden işletmesinin patronlarının kar hırsı ile alması gereken önlemleri almadıklarına mahkeme de ikna oldu (buraya bir mim koyun), cezalar verildi ama tabi ki yargıtay bozdu falan derken, davalar hala devam ediyor.
Merak ediyorsanız bu davada ne olmuş, ne oluyor, burada bir özet var.
Peki… Maden işçisini tekmeleyen Yerkel’e ne oldu biliyor musunuz?
Hiçbir şey olmadı.
O tekmeden sonra bir gün daha kamu görevi almaması gereken Yerkel önce dizi incindi diye yedi gün iş göremez raporu aldı, sonra Frankfurt’a dolgun bir maaş ve daha da dolgun yan haklarla ticari ateşe olarak atandı.
11 yıl geçti Soma’nın üzerinden. Soma’dan sonra daha nice şeyler oldu. Hepsi kader planı, fıtrat, yüzyılın afeti dendi, geçtiiii gitti.
Kimseye bir şey olmadı.
Türkiye’de kamu görevlilerinin sorumluluktan muaf tutulması artık bir gelenek, sistematik bir uygulama haline geldi.
Benim bir çırpıda 6 Şubat 2023 Maraş depreminden hatırladıklarım şunlar, belki siz de yorum yazar, kendi belleklerinizdeki hiçbir şey olmama hallerini eklersiniz.
İmar affı çıkaran bakan hala duruyor, deprem açısından en riskli olan yer olan, hepimizin nefesini tutup depremi beklediği İstanbul’u yönetmeye talip oldu.
Depremde insanlar çadır diye yalvarırken çadır satan genel müdür storyler atmaya devam ediyor.
Arama kurtarma açısından en kritik dönem olan ilk 36 saat askerin sahaya inmesini engelleyen, insanları göçük altında bırakan cumhurbaşkanı yeniden seçim planları yapıyor.
İnsanlar göçük altındaki yakınlarını bir umutla hala beklerken sela okutan diyanet işleri başkanı hala duruyor.
İnsanlar sosyal medyadan yardım isterken, seslerini bir tek oradan duyurabilirken bant yavaşlatan yetkililer hala duruyor.
Depremzede çocuklarla PR filmi çeken bakan hala duruyor, sonra bakanlığında yenidoğan skandalı oldu, bebeklerin yine kar hırsıyla öldürüldüğünü öğrendik.
Ve bugün Kartalkaya yangının da 16. günü. Sorumlu bakan da hala duruyor. Bir de yukarı bir mim koyduk ya, hah, Grand Kartal davası da sürecek sürecek süreceeek, patronlarının kar hırsı ile alması gereken önlemleri almadıklarını zaten biliyoruz da, mahkemeler de buna ikna olacak. Amma velakin…
Sorumlu turizm bakanına bir şey olmayacak.
Hemen aşağıdaki fotoğrafı belki sosyal medyada gördünüz. Grand Kartal yangınında kaybettiğimiz akrabalarımız Kıvanç ve Burcu Güngör ve çocukları Pelin ve Kerem Güngör.

Ama şu fotoğrafı görmediniz…. 2014 yılında, yani Soma faciası olduğu yıl, küçük bir kız olan Pelin’in fotoğrafı. Bizim düğünümüzden.

Hatta bir de şu var.
Pelin duvağımın altına girmiş :)
Sonra annesi Burcu ve babası Kıvanç yanımıza gelmiş…
Biz olacaklardan habersiz bu düğünü yaşarken, kimsenin aklında ölüm yokken, Pelin’in kardeşi Kerem henüz doğmamıştı.
Kerem 5. doğumgününe günler kala öldü. Ama fotoğrafına bakarsanız pastanın üzerinde 5 yaş mumunu göreceksiniz. Normalde 29 Ocak tarihinde olan doğumgünü, kuzeni doğacak diye erken kutlanmak istenmişti. Sonra Kerem hastalandı, doğumgünü iptal edildi. Ama son anda pasta iptal edilemedi, “Biz de ailecek evde bir mum üfleriz.“ demişler, bu fotoğraf anı kaldı. 10 Ocak’ta Kerem henüz girmediği 5 yaş doğumgünü pastasının mumunu üfledi.
Kerem covid dönemi çocuğu da olduğundan, bu arkadaşları ile toplu kutlayacağı ilk doğumgünü olacaktı, hazırlık yapılacaktı.
Ama 5 yaşına günler kala Kerem Kıvanç’ın kucağında öldü. Pelin ve Burcu’yu, Kerem ile de Kıvanç’ı koyun koyuna gömdüler. Karbonmonoksitten zehirlendiler.
2014 yılında, yani Pelin’in duvağımın altına girdiği yıl, Soma’daki madenciler de karbonmonoksitten zehirlendiler.
Tabi ülkemizdeki sorun sadece devlet yekilileri, sorumlular değil. Toptan bir kültür yozlaşması içindeyiz. Soma madencileri için Profesör Orhan Kural televizyonda şuursuzca demişti ki “Korbonmonoksitten ölüm çok tatlı bir ölümdür“.
Baş şuursuzlardan Ahmet Hakan da depremde göçük altından çıkan insanları yarıştırmış, küçük bir kız hakkında “Rekor Ayça’da mı?” diye sormuştu. Kural’ın dediğini bir anlık insani bir gaf olarak affedebilsem bile, şu görüntü aklımdan çıkmıyor:
Evet, yine 11 yıl öncesine, Soma’ya dönelim.
Soma faciası ile ilgili isimlerden sadece bir kişi tutuklu şu anda. Soma madencilerinin avukatı Can Atalay. Can Atalay depremde yerle bir olan Hatay’ın seçilmiş meşru milletvekili. Evet hani şu tehdit edilen Hatay, tekrar gün yüzü görmek istiyorsanız, işler yürüsün istiyorsanız, bizi seçersiniz, muhalefeti seçerseniz işler yürümez diye Erdoğan’ın tehdit ettiği Hatay. 2007 yılında ziyaret ettiğimde beni bütün insanlığın bir parçası gibi hissettiren, medeniyetler beşiği Hatay, kaderine terkedilen Hatay…
Bu arada bir bakayım dedim madenci Erdal Kocabıyık’a tekme atan Yerkel yeni bir göreve getirilmiş, Türkiye Futbol Federasyonu’nda koordinatör olmuş. Madenci Erdal Kocabıyık’a ise kamu malına zarar vermekten ceza verilmişti.
Bu arada Maraş’da yaptığı binalar yıkılan, depremin simgelerinden Ebrar Sitesi’nin müteahhiti depremzede sayılmış, kura ile ev verilmiş, bunu da dün öğrendim.
Ebrar sitesindeki 22 bloktan 18 tanesi yıkılmış, 1,400 kişi ölmüştü.
Bu fotoğrafı da hatırlıyor musunuz. Ebrar Sitesinde ölen kızı İrem’in elini tutan babası Mesut Hançer. Kızına İroş dermiş.
Şimdi…
Ben psikoloğum ya, size neler neler anlatırım. Güvenlik hissinin kaybolmasının yarattığı sinir sistemi disregülasyonundan girerim, öfke ve hayal kırıklığından çıkarım, etkisiz kalan adalet sistemi derim, bunun sosyal etkileri derim. Adalet hissi olmayan bir toplumda birey de toplum da iyi olamaz derim. Kolektif travmanın derin yaralarından yas sürecine, toplumsal hafızadan falan anlatırım, zor günlerde dayanıklılık derim, kendimizi nasıl iyi hissedeceğiz derim, normalleşme derim, iyileşme derim, travma sonrası sağaltım derim… Derim de derim.
E ben bunları hep dedim, hep dedim. Başkaları da dedi. Açın bakın yazmışız da yazmışız, psikologların, uzmanların bu konularda yazdıklarından eksiğimiz var mı ki, hayır yani bilmediğimiz konu kaldı mı, onu anlatalım?
Psikolog olarak diyorum: Yazacak hiçbir şeyim yok. Eski yazdıklarımı açın okuyun lüzum görürseniz.
Kıvılcım olarak diyorum: Bugün depremin 2. yıl dönümü. Unutmayın. Ölülerinizi anın. O tekmeyi de unutmayın.
İktidara asla bir şey olmadığını unutmayın, sorumlulara asla bir şey olmadığını unutmayın, Türkiye’de iktidarın, sorumluların, yöneticilerin fildişi kulelerinden herkese tekme attığını unutmayın.
Yazının sonundaki fotoğrafı da Maraş’da gönüllü çalışırken çekmiştim. Görevli gittiğimiz konteyner kente giderken mezarlıkta duralım, bir dua okuyalım dedik. Ben dua pek bilmem. Bu mezarın başında durdum. Gönlümden geçen şeyleri dedim içinden. Ara ara açar bakarım bu fotoğrafa.
Son sözüm şu. Bazen diyorlar ki aa sizin için endişeleniyoruz, çok konuşuyorsunuz, başınıza bir şey gelmesin…
Ya biz depremde oğluşlarımızı, yangında pembe kulaklı taçlar takan kız çocuklarını gömdük. Analar, babalar, bebekler, çocuklar, işçiler, öğrenciler, yöneticiler, doktorlar, öğretmenler, anneanneler, amcalar, dedeler, teyzeler, dayılar, hemşireler, mühendisler, gazeteciler, sanatçılar, akademisyenler, yazarlar, şairler, çiftçiler, esnaflar, madenciler, inşaat işçileri, müzisyenler, tiyatrocular, kadınlar, gençler, yaşlılar, engelliler, hak arayanlar, susmayanlar, susturulanlar, hayalleri olanlar, geleceğe umut besleyenler, bekleyenler, sevenler, sevilenler koyun koyuna gömüldüler…
Kediler, köpekler, ağaçlar, ormanlar, parklar, sokaklar, tarih, kültür, hafıza…
Herkesi, her şeyi gömdük.
Sorumlulara asla bir şey olmuyor.
Bu delilikle yaşıyoruz biz. Bu iktidar daha ne yapabilir bize?
Kıvılcım hn, gözlerimde yaşlarla okudum, bütün hislerime tercüman olmuşsunuz, bu ülkedeki pek çok insanı temsil ediyorsunuz. Her yazınızı ilgiyle severek okuyorum, hepsinden faydalanıyorum fakat bu içimi kavurdu. Ben nerdeyse 60 yaşına geldim, her geçen gün daha kötüye giden bir düzende yaşamaktan usandım, acılarımızı içimize gömmemizden usandım. Hep birlikte korkmadan değişim istemeli, sorumluların cezalandırılması konusunda inatla baskı yapmalıyız. Yoksa böyle gelmiş böyle gider deyip her geçen gün daha fazla karanlığa boğuluruz. Teşekkür ederim tüm paylaşımlarınız, kaleminiz, yüreğiniz, aklınız için.
Kıvılcım Hanım sizi bu mecrada yeni takip etmeye başladım. Çok saygı duyarak, severek takip ediyorum. Bu yazınız da çok isabetli ve çok dokundu bana. Unutulmayan, unutulmaması gereken o kadar çok olay, insan var ki… Hangi birini yazalım. Kaleminize sağlık 🙏